İklim değişikliği, yıllarca, buzulların erimesi, kutuplarda yaşamın tehlike altında olması şeklinde algılandı. İnsanlar kendi yaşamına doğrudan bir etki olmayınca beklenen duyarlılık yeterince gösterilmedi. Televizyondan buzulların erimesi ve kutup ayılarının yaşamının tehlikede olmasını haber olarak izlerken etkilendi, üzüldü. Televizyonu kapatınca unuttu.
Ne zamanki, iklime bağlı hava değişiklikleri, felaketler ve nihayetinde dünyayı esir alan Koronavirüs(COVİD-19) pandemisi herkesin günlük yaşamını doğrudan etkiledi, o zaman iklim değişikliğine bakış açısı da büyük oranda değişmeye başladı. İklim değişikliği algısı tümüyle değişti. Elbette bunu yaygın anlamda söylüyorum. İklim değişikliği konusundaki duyarlılığı en üst düzeyde tutan örgütler, kurumlar, kişiler yıllardır bu konuda ciddi mücadele veriyor. Bunun tanığıyız.
Pandemi ve artan felaketlerle birlikte insanlar, yaşanan bu felaketlerin, çevrenin, doğal yaşamın tahribatının iklim değişikliğinden kaynaklandığına daha fazla inanmaya başladı.
İklim Haber ve Konda’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği, “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020” araştırması bu algının nasıl değiştiğine ilişkin önemli ipuçları veriyor.
Araştırmaya katılanların yüzde 70’ni iklim değişikliğinden endişeli olduğunu belirtiyor. Endişeli, çünkü kendi yaşamını da doğrudan etkileyecek noktaya gelindi. Enerji ve madencilik konusundaki sorulara verilen yanıtlar da yine bu bağlamda değerlendirilmeli. Enerji santrallerinin özellikle Hidroelektrik Santralleri (HES) ve ülkenin bir çok yerindeki maden ve taş ocakları faaliyetleri insanların günlük yaşamını, üretim alanlarını, gıdasını, suyunu tehdit ediyor. Endişenin önemli kaynaklarından birisi de budur.
Araştırmaya katılanların yüzde 70’inden fazlasının hidroelektrik santrallerini doğaya ve köylüye zararı olduğunu ve kurulmaması gerektiğini söylemesi, yüzde 85’inin kesinlikle ormanların, ağaçların kesilmemesi, yüzde 76’sının madenlerin ekonomiye kazandırılmasında çevre kirliliğinin göz ardı edilmesine karşı olması birden bire oluşan bir tutum veya algı değil. İnsanlar hidroelektrik santrallerinin, madenlerin yarattığı tahribatı günlük yaşamlarında hissediyor, olumsuz etkileniyor. Ormanlık alanların yok edilmesinin iklim değişikliğine neden olduğunu biliyor. Termik santrallerinin zararını yaşayarak hissediyor. Bu nedenle toplumda bir duyarlılık oluştu.
Geçmiş yıllardaki araştırma sonuçları da dikkate alındığında, koronavirüsle birlikte iklim değişikliğinin sadece çevre sorunu olmadığı, yaşamın her alanında etkili olduğu algısı da güçleniyor. Tarım konusu öne çıkıyor. Bu nedenle araştırmada en çok yatırım yapılması gereken alan olarak tarım ilk sırada yer alıyor.
Yaklaşık çeyrek asırdır tarım yazan bir gazeteci olarak son dönemde tarımda da iklim değişikliği algısının değiştiğini, çiftçiler arasında farklı terimlerle olsa da daha çok konuşulduğuna tanık oluyoruz.
Kırsalda yaşayanların, tarımsal üretim yapanların da eskiye göre daha çok endişeli olduğunu söyleyebilirim. Artan sel, fırtına, dolu, aşırı sıcaklık, kuraklık gibi düzensiz hava olayları tedirginlik yaratıyor.
Özellikle, bu yıl 15-25 Mayıs tarihlerinde Türkiye, dört mevsimi bir arada yaşadı. İklime bağlı olarak ani hava değişimi, aşırı, sıcak, soğuk, don, dolu ve sel felaketleri çok kısa sürede yaşandı.
Felaketlerden 50’den fazla il etkilendi. Önce 40 dereceyi aşan aşırı sıcak, sonra -1 dereceye kadar düşen aşırı soğuk, dolu, don, fırtına bitkisel üretime büyük zarar verdi
Aşırı sıcak Akdeniz Bölgesi’nde erkenci mandalina, portakal ve bazı limon çeşitlerinde büyük hasara neden oldu. Eskişehir, Kütahya, Afyon ve Konya’nın bir bölümünde aşırı soğuk ve don nedeniyle mısır, ayçiçeği, patates, domates, salatalık, kabak, ceviz ve diğer ürünler zarar gördü.
Antalya ve Mersin’de etkili olan fırtına seralarda tahribata neden oldu. Tarımsal üretimin önemli merkezlerinden Antalya’da son yıllarda sel, fırtına, hortum gibi felaketler daha sık yaşanmaya başlandı. Üretim biçiminde, ürün deseninde değişimler gözlemleniyor. Tropikal meyve yetiştiriciliği yaygınlaşıyor.
Bir çok bölgede kuraklık etkili oldu. Yağış olmaması nedeniyle ürünlerde verim kaybı, kalite sorunu ortaya çıktı. Sadece zeytinde verim kaybı yüzde 20’yi aştı. Zeytinde,fındıkta ve diğer bazı ürünlerde hasat yaklaşık 1 ay gecikti.
Karadeniz Bölgesi’nde, Marmara’da, ve diğer bazı bölgelerde aşırı yağışlar can aldı.
Bütün bu gelişmeler iklim değişikliği konusundaki algının değişmesine, insanların bu konuda daha duyarlı olmasına ve alınacak önlemler, yapılacak çalışmalar, eylemler konusunda daha duyarlı ve katılımcı olmasını sağlıyor.
Tarım sektörü, iklim değişikliğine neden olan ama aynı zamanda iklim değişikliğinden en çok etkilenen sektörlerden birisi. Tarım konusunda yapılacak çalışmalar bu yönüyle çok önemli. Avrupa Birliği bu konuda örnek olabilecek önemli adımlar atıyor.
Avrupa Birliği, “Çiftlikten Çatala Stratejisi” çerçevesinde kimyasal pestisit kullanımı yüzde 50 azaltılacak. Besin kayıpları yarı yarıya azaltılacak. Gübre kullanımı yüzde 20 azaltılacak. Organik tarım alanları yüzde 25’e çıkarılacak.
Biyoçeşitlilik Stratejisi çerçevesinde 2030’a kadar tarım alanlarının en az yüzde 10’unun yüksek biyoçeşitliliğe sahip alanlar olacak. Çiftlik hayvanları ve su ürünlerinde antibiyotik kullanımı yüzde 50 azaltılacak. En az 3 milyar yeni ağaç dikilmesi planlanıyor. Avrupa Birliği’nin kara ve deniz alanlarının asgaride yüzde 30’unun yasal olarak korunması ve ekolojik koridorların birbirine bağlanması öngörülüyor.
Türkiye genel olarak Avrupa Birliği’ndeki uygulamaları takip ediyor, bu uygulamalar Türkiye açısından da önemli hedefler.
Özetle, iklim değiştikçe ve günlük yaşamı daha olumsuz etkilediği için iklim değişikliği algısı da değişiyor. Dünya çapında etkili olan pandemi(COVİD-19) ve felaketler bu algının değişmesinde daha önemli rol oynadığı söylenebilir. Değişen bu algının gezegen için çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor.