İklim değişikliği sonucu azalan yağışlar, su kullanım alışkanlıklarının değiştirilmesini zorunlu kıldı. Su israfının önlenmesi için alınacak bireysel tedbirlerin başında temizlik yaparken az su kullanılması, hortumla cadde, sokak, avlu, araba yıkamaktan vazgeçilmesi geliyor.
Hacettepe Üniversitesi Hidrojeoloji Mühendisliği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ekmekçi, AA muhabirine, iklim değişikliği nedeniyle yağışların azalması sonucu yaşanan su sıkıntısı ve kuraklık tehdidine ilişkin açıklama yaptı.
Su israfı konusunun “doğal” ve “beşeri” olarak ikiye ayrılarak ele alınabileceğini belirten Ekmekçi, beşeri israfın bireysel ve toplumsal su kullanım alışkanlıklarından kaynaklandığını söyledi.
Beşeri israfın önlenmesi için bireysel tedbirlerin alınması gerektiğini vurgulayan Ekmekçi, su israfının önüne geçilebilmesi için temizlik yaparken az su kullanılması, hortumla cadde, sokak, ev önü, avlu hatta araba yıkamaktan vazgeçilmesi gerektiğini aktardı. Ekmekçi, tuvaletlerdeki rezervuarlı sistemlerde tasarruflu kullanıma sahip olanların tercih edilmesi gerektiğini ifade etti.
Ekmekçi, “İklim değişikliği insanların su kullanım alışkanlıklarının değişmesi gerektiğini gösterdi. Bunu ne kadar erken başarabilirsek o kadar az zarar göreceğiz. Bu da küçük yaşta ve aile içinde eğitimle gerçekleşebilir.” dedi.
Toplumsal israf ve tasarruf konusunun, toplumsal davranış ve alışkanlıklarla ilgili olduğunu anlatan Ekmekçi, bu konunun aynı zamanda ulusal su politikalarıyla ilgisinin bulunduğuna işaret etti.
Toplumsal israfı önlemek için öncelikle suyun en fazla kullanıldığı sektörlerden başlanarak az suyla daha fazla verim almanın yol ve tekniklerine zaman kaybetmeden geçilmesi gerektiğini vurgulayan Ekmekçi, şunları kaydetti:
“Suyu en fazla kullandığımız alan tarımdır. Suyumuzun yüzde 70’inden fazlasını tarımsal sulamada kullanıyoruz. Buna karşılık, verimimiz çok düşük görünüyor. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) tarafından yayımlanan verimlilik raporunda Türkiye, 1 metreküp sudan 10 doların altında bir üretimle maalesef tarımda suyu en az verimle kullanan ülkeler arasında. Gelişmiş ülkelerde bu 40-80 dolar dolayında, İskandinav ülkelerinde ise 80 doların üzerindedir. Bu konudaki tasarruf, verimin mutlaka artırılması şeklinde gerçekleştirilmelidir.
Toplumsal israfın bir diğeri, kentlerde yaşanıyor. Kentlerde, yeşil alanlarda bitki çeşitleri, bölgenin iklimsel koşulları dikkate alınmadan seçiliyor, yeşil alan sulamaları içme-kullanma suyu niteliğinde olan çok değerli sularla yapılıyor. Hatta bazı büyük kentlerde, stratejik değerde olan yer altı suları bu şekilde israf ediliyor. Bu konuda tasarruf için mutlaka kullanılmış suyun, toplumsal sağlıkla ilgili başka bir soruna neden olmadan belirli düzeyde arıtılarak kullanılması gerekiyor.”
Su kaynakları potansiyelini etkileyen diğer önemli bir toplumsal davranışın ise “arazi kullanım” değişiklikleri olduğunu dile getiren Ekmekçi, “Bütün su kaynaklarımızın ana kaynağı yağıştır. Yağışın yeryüzüne düşmesiyle akarsu, göl ve yer altı sularımızı oluşturma serüveni başlar. Yağmur damlasının yere düştüğü anda nasıl bir yüzeyle karşılaştığı, tarla mı, orman mı, asfalt veya beton mu, mera mı, ekilmiş, ekilmemiş tarla mı, maki mi, serüveni doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla, arazi kullanımı ile ilgili politikalar su kaynaklarımızı önemli oranda etkilemektedir. Bu açıdan tasarruf, her türlü planlamada farklı sistemlere olabilecek etkilerin dikkate alınması şeklinde gerçekleşebilir.” diye konuştu.
Ekmekçi, doğal israfın insan iradesi dışında, doğada meydana gelen değişiklikler nedeniyle su kaynakları potansiyelinde meydana gelen azalmaları ifade ettiğini aktararak, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Gerekli önlemler alınarak bu kayıplar önlenebilir veya en azından önemli oranda azaltılabilir. Bu açıdan en önemli iki israftan birincisi taşkınla gelen ve tutulamayan yağış sularının denizlere boşalarak kaybolması, ikincisi ise göl, gölet gibi serbest su kütlelerinde buharlaşmayla kaybolan sulardır. İklim değişikliklerinin bu tür kayıplarla yakın gelecekte daha da büyük oranlarda neden olacağı anlaşılıyor. Tasarruf, bu kayıpları önlemek veya azaltmak üzere alınacak önlemlerle olanaklıdır.
Her şeyden önce, iklim değişiklikleri sonucunda yağış ve sıcaklık rejiminde değişiklikler olduğu açık. Su kaynaklarımıza ana kaynaklık eden yağışlar azalırken buharlaşma ve buharlaşma-terleme ile meydana gelen kayıplar da artmaktadır.”
Küçük depolamalı göletler yerine büyük havzalarda büyük depolamalı barajlara yönelmek gerektiğine işaret eden Ekmekçi, “Büyük depolamalı barajlar, ani taşkınlar halinde gelen ve hızla denize boşalan akımları tutmamızı ve suyun kurak dönemlerde kullanılması için depolanması imkanı sağlar. Kentlere içme ve kullanma suyu sağlayan barajları, taşkın olabilecek küçük dereler üzerine de kurmalıyız. Böylece kaybettiğimiz suları da yakalama şansımız olur. Suyun büyük bir bölümünün tarımda kullanılması sonucunda su kaynaklarımızda azalma aynı zamanda tarımı da doğrudan etkileyecektir. Bu nedenle, sadece susuzluk değil aynı zamanda açlık da kapıda görünüyor, bunu engellemek için de büyük havzalarda büyük depolamalı barajlara ihtiyacımız var. Bunlardan taşkın sırasında sağlayacağımız depolama hiç olmazsa uzun süren kuraklıklarda kullanılabilecek su imkanı sağlar.” açıklamasını yaptı.
Ekmekçi, baraj göllerinde buharlaşma miktarının azaltılması için uygulanan teknikler olduğuna dikkati çekerek, “Baraj gibi depolamalı hidroteknik yapıların, ekosistemler üzerindeki etkilerinin en aza indirilmesi için ayrıca her alan özelinde ve transdisipliner bir yaklaşımla çalışmalar yapılmalıdır. Bu konuda başta üniversitelerin ilgili bölümleri ile ilgili kurum ve kuruluşların Ar-Ge çalışmalarına yoğunluk vermeleri gerekir.” ifadelerini kullandı.
Yakın gelecekte denizden su arıtarak içme-kullanma suyu ihtiyacının karşılanması gerekebileceğini anlatan Ekmekçi, “Bu teknik sorunsuz değildir. Ciddi bir enerji kullanımı gerektirdiği gibi arıtılan suların uzun dönem kullanımı için en az kayıpla depolanması gerekiyor. Arıtma artığının bertarafı sorununun çözümü için ise teknolojilerin geliştirilmesi ve Ar-Ge çalışmalarına hız verilmesi önem arz ediyor.” şeklinde konuştu.
Türkiye’nin su ile ilgili sorunlarını kriz boyutunda yaşamamak için öncelikle mevcut su kaynaklarını, nüfus ve iklim değişikliklerine bağlı baskıları da dikkate alan kısa, orta ve uzun vadeli su kaynakları yönetim planları temelinde yönetmek zorunda olduğunu belirten Ekmekçi, “Türkiye su ile doğrudan ve dolaylı olarak ilgili kurum ve kuruluşlarıyla birlikte tüm olanak ve yeteneğini, su güvenliğini sağlamak üzere harekete geçirmelidir.” değerlendirmesinde bulundu.